Lübnan İç Savaşı
11.05.23
Yazan:
Tugay Karayel
Lübnan, sınırları içerisinde milyonlarca Hristiyan ve Müslümanı barındıran bir ülkedir. Lübnan siyasetinde, kontrol ve denge sistemleri günümüzde Müslüman ve Hristiyan vatandaşları arasında eşitliği sağlamayı amaçlamaktadır.

Konuya başlamadan önce Lübnan'ın demografik yapısını vurgulamakta fayda görüyorum. Lübnan, sınırları içerisinde milyonlarca Hristiyan ve Müslümanı barındıran bir ülkedir. Lübnan siyasetinde, kontrol ve denge sistemleri günümüzde Müslüman ve Hristiyan vatandaşları arasında eşitliği sağlamayı amaçlamaktadır. Ancak bu Müslümanlar ve Hristiyanlar çoğu zaman ülke hakkında farklı görüşlere sahip oldukları için ülkeyi istikrara kavuşturmak her zaman mümkün olamamaktadır.
"Ülkedeki Müslüman topluluğa göre Müslümanların sayısı Lübnan'daki toplam Hristiyan sayısını çoktan aşmıştı, ancak siyasi sistem hala Hristiyanlardan yanaydı."
Bu durumda söz konusu yıllarda 300.000 Filistinli mülteci ve Filistin ile İsrail arasındaki sorunlar Lübnanlı Müslümanlar ile Hristiyanlar arasındaki anlaşmazlığın (ve belki de iç savaşın) en önemli nedenlerinden biri haline geldi. Bu sırada Hristiyanlar İsrail'e yaklaşma çabasında iken, Müslüman vatandaşlar Filistinlilerin haklılığını savunmaktaydı.
Aslında Filistinli mülteciler kendi sınırlarında kaldıkları için Lübnan büyük bir tehdit altındaydı. Çünkü Filistinliler her an İsrail'e saldırabilir ve onların bu sorumsuz davranışları nedeniyle İsrail Lübnan'a karşı bir saldırı başlatabilirdi. Lübnan hükümeti hem İsrail'e yönelik herhangi bir Filistin saldırısını önlemek hem de Filistinlileri kontrol altında tutmak için Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmaya göre FKÖ, Lübnan'da kalan Filistin toplumunun her türlü ihtiyacını karşılamakla yükümlü olacaktı ve eğer İsrail'e bir saldırı başlatmayı planlıyorsa, Lübnan hükümetine önceden haber verme taahhüttü verecekti. İkinci olarak çoğunlukla Hıristiyanları kayıran siyasi sistem, iç savaşın ana nedenlerinden bir diğeriydi. Ülkedeki Müslüman topluluğa göre Müslümanların sayısı Lübnan'daki toplam Hristiyan sayısını çoktan aşmıştı, ancak siyasi sistem hala Hristiyanlardan yanaydı. Örneğin bir anlaşmaya göre her 5 Müslüman milletvekili için 6 Hristiyan milletvekilinin parlamentoda yer alacağı şeklinde bir temsil oranı belirlenmişti. Zamanla bu eşitsizlikler ülkedeki kutuplaşmayı derinleştirdi. Statükodan memnun olan Maruni Hristiyanlar ve mevcut statükonun karşısında yer alan Müslümanlar (hem Şii hem de Sünni Müslümanlar ve Filistinliler) ülkedeki farklı kutupları temsil ediyorlardı.
Lübnan İç Savaşı'nı incelerken Kamal Canbolat'ın adını ayrıca hatırlamalıyız. Canbolat, statükodan memnun olmayan Dürzi halkının lideri oldu. Lübnan'da bazı siyasi ve askeri reformları uygulayabilmek için Lübnanlı Müslümanların çoğunu temsil eden “Lübnan Ulusal Hareketi”ni oluşturdu. Spektrumun diğer tarafında Pierre Gemayel tarafından kurulan “Falanj” paramiliterini ve eski cumhurbaşkanı Camille Chamoun tarafından kurulan “The Tigers”ı görüyoruz. Hem Falanj hem de Tigers, Maruni Hıristiyanlar tarafından benimsenen statükoyu savunuyorlardı. Bu bölgesel paramiliter grupların Lübnan'da ortaya çıkmasından sonra iç savaş kaçınılmaz hale geldi. İç savaş, Maruni Hıristiyanların paramiliter Falanj'ının Filistinlileri taşıyan bir otobüse saldırması ve otobüste bulunan herkesi öldürmesinden sonra başladı. FKÖ, Marunilerin Filistinlilere saldırmasının ardından oldukça öfkelendi ve bir karşı saldırı başlattı. Ancak Maruni Hristiyanların ülkesindeki gerçek azınlık olan FKÖ, Falanj'a diş geçiremedi ve ateşkesi imzalamak durumunda kaldı. Ancak bu ateşkes Lübnan'daki çatışmaları bitirmeye yetmedi. 1975'ten sonra Falanjistler ile Lübnan Ulusal Hareketi arasında iç savaşın ikinci round’ı başlayacaktı. Bu iç savaş nedeniyle Lübnan’da 1990'a kadar istikrarlı bir hükümet kurulamadı. Bu artık öyle bir savaşa dönüşecekti ki artık söz konusu savaş Müslümanlar ve Hristiyanlar Savaşı olmaktan çıkacaktı. Zira savaş boyunca hem Falanj hem de Filistin Kurtuluş Örgütü Lübnan Ulusal Cephesi ile birlikte karşılıklı saldırılarda bulunmuştu ancak Suriye lideri Hafız Esad savaşa katılmaya karar verdiğinde savaşın seyri değişecekti. Çünkü Esad, düşünülenin aksine Müslüman paramiliterle beraber değil, aksine Maruni Hristiyanlar safında savaşa katılmaya karar verdi. Bu kararın gerekçesi elbette dini değildi. Esad, Maruni Falanj'ı Lübnan Ulusal Hareketi'nden daha güçlü görüyordu ve ona göre Falanj'a yardım ederek iç savaş sonrası Lübnan'da güçlü bir yer edinebilirdi. Ayrıca Suriye birliklerini konuşlandırarak, İsrail'den Suriye’ye gelebilecek olası bir saldırıyı Suriye sınırlarına ulaşmadan durdurabilirdi. Ancak bu sadece Esad'ın bakış açısıydı ve İsrail onunla aynı görüşleri paylaşmıyordu.
Lübnan hükümetinin artık FKÖ'ye karşı kontrolü kalmadığından, Filistinliler İsrail'e yönelik saldırılarını artırdı. 1978'de Lübnan'ın güneyinde FKÖ'yü tehdit olarak gören İsrail, Lübnan iç savaşına müdahale etme kararı aldı. Böylece İsrail'in bu savaşa müdahale etmesi meşru hale geldi. Ancak İsrail saldırılarına güney Lübnan'dan başlayıp ülkenin bazı bölgelerini işgal etmeyi başarsa da ABD ve BM'nin işgale onay vermemesi üzerine Lübnan topraklarını terk etmek zorunda kaldı. İsrail birlikleri güney Lübnan'dan çekildikten sonra BM söz konusu işgal noktalarında tampon bölgeler kurdu.
Daha sonra İsrail, FKÖ'den kurtulmak istiyorsa istikrarlı bir hükümet kurmak için önce Lübnan'a yardım etmeleri gerektiğine kanaat getirecekti. İsrail'e göre bu ancak Müslüman paramiliter güçlere karşı Falanj'a yardım etmekle başarılabilirdi. Ayrıca İsrail ulusal güvenliğini sağlamak için Suriye hükümeti bölgede konuşlandırdığı askerlerini evlerine göndermiş olmalıydı. 1982'de İsrail'in beklediği fırsat nihayet FKÖ'nün İsrail'in Celile bölgesine roket saldırıları başlatmasıyla geldi. İsrail, Lübnan'ı işgal etmek ve ülkeyi yeni bir hükümet kurdurarak istediği gibi şekillendirmek için yeni bir meşru sebep bulmuştu. İsrail'in Lübnan'ı işgal etmedeki asıl amacı sınırlarını genişletmek değildi. İsrail, FKÖ'den kurtulmak ve istediği kişiyi Lübnan’ın başına getirmek için Lübnan'ı işgal etme niyetindeydi. Batı Beyrut, kuvvetli İsrail bombardımanı dolayısıyla kolay bir hedef haline geldi. Savaş, paramiliter bir örgüte yönelik askeri bir operasyondan çok devletler arası bir savaş halini almıştı. ABD ve Fransa'nın gözetiminde 18 Ağustos'ta FKÖ'nün çekilmesine ilişkin bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile İsrail, bölgedeki Filistinlilerin hayatını korumayı garanti ediyordu. İsrail için her şey olabileceği en iyi şekilde gidiyordu artık. Zira FKÖ'den kurtulmuşlardı ve istedikleri kişinin (Pierre Gemayel'in oğlu Beşir Gemayel) Lübnan cumhurbaşkanı olarak atanmasını da başarmışlardı.
Ancak Bashir Gemayel seçildikten sadece 2 hafta sonra öldürüldü. Suikastın ardından İsrail tekrar Batı Beyrut'a asker gönderdi ve bölgedeki Filistinlilerin hayatını koruma sözü vermelerine rağmen İsrail askerleri burada 1000'den fazla Filistinliyi katletti. Bu savaş sonucunda FKÖ Lübnan'ı terk etmek zorunda kaldı ve bu nedenle üslerini Tunus'a taşıdı. İsrail, 1983'te Lübnan'dan ayrılma kararı alsa da geri çekilmeleri beklenenden 2 yıl daha uzun sürdü. İsrail de 2000 yılına kadar Lübnan'daki bazı bölgeleri “güvenlik bölgesi” olarak kontrol etmeye devam etti. Amin Gemayel (Beşir Gemayel'in kardeşi) yeni cumhurbaşkanı oldu, ancak İsrail Lübnan topraklarını tamamen terk ettikten sonra, içerde Dürzi ve Şii Müslümanlardan yeterli desteği bulamadı. ABD ve İsrail'den de yeterince destek göremedi ve Esad'ın Suriye'sine yakınlaştı. FKÖ Lübnan'ı terk etse de bu, dini paramiliter örgütlerin sonu anlamına gelmiyordu. Emel ve Hizbullah, FKÖ'nün Lübnan'dan çekilmesinden sonra kurulan bazı örneklerdir. 1989'da Lübnanlı eski milletvekilleri Arap Birliği gözetiminde bir araya gelerek iç savaşı bitirme kararlılıklarını ortaya koydular. Taif Anlaşması'na göre Maruni Devlet Başkanı'nın yetkileri sınırlandırılmış, yerine Müslüman Başbakanın yetkileri geliştirilmiştir. Ayrıca 6'ya 5 milletvekili oranı kaldırılarak Lübnan parlamentosunda Müslüman ve Hristiyanların eşit temsili sağlanmıştır.
Diğer Yazılar
08.01.25
Trump'tan "Donroe Doktrini" İlanı: "Grönland Bizim Toprağımız!"
Donald Trump, bugün Florida'daki malikanesi Mar-a-Lago'da yaptığı bir açıklamada Grönland'ın ABD topraklarına dahil edilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Trump, bu talebinin özellikle "ulusal güvenlik ve bağımsızlık" amaçlarına hizmet edeceğini belirtti ve Grönland'ı ABD için "kritik bir bölge" olarak tanımladı.
29.12.24
ABD’nin Küresel Hegemonluğu Terk Ettiği Bir Dünyada Yeni Liberal Uluslararası Dünya Düzenini Neler Bekliyor?
2016 yılı ABD tarihi açısından önemli bir kırılma noktasıydı. Zira Donald Trump gibi nevi şahsına münhasır bir lider başkanlık koltuğuna oturmuştu. Mevcut konjonktürün aksine Trump artık Avrupa’nın abisi rolünü ABD’ye daha fazla oynatmak istemiyordu. Ekonomik olarak külfetli olduğu için ABD kendisini doğrudan ilgilendirmedikçe hiçbir soruna müdahil olmamalı ve kendi çıkarını öncelemeliydi.
22.11.24
Milliyetçilik, Millet ve Toplum Üzerine
Milliyetçilik kavramı, her ne kadar bugün kullandığımız modern anlamıyla tarih sahnesine Fransız İhtilali zamanı çıkmış olarak kabul edilse de aslında tarih boyunca hep olagelmiş bir mefhumdur. Bu kavramın ilk örneklerini insanlığın ilk kabilelerinde ve klanlarında görmek mümkündür.