Avrupa Birliği'nin Geleceği Üzerine Bir Görüş Yazısı
18.02.23
Yazan:
Tugay Karayel
Avrupa Birliği'ni gelecek yüz yıl içerisinde ne gibi tehditler ve fırsatlar beklemektedir?

Türkiye’de uluslararası ilişkiler disiplini dendiğinde ilk akla gelen çalışma alanlarından birisi Avrupa Birliği. Faaliyetlerine 1952 yılında Avrupa Kömür Çelik Topluluğu adı altında başlayan bu kurum, 1993 Maastricht Anlaşması’na dek “Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET)”, “Avrupa Toplulukları (AT)” gibi farklı isimlerle anıldı. Bugün Avrupa Birliği olarak andığımız, çoğunlukla ulus-üstü ama aslında hiç konuşulmadığı kadar da hükümetler-arası nitelikler taşıyan bu kurumun gelecekte nasıl bir yapıya evrileceği konusunda varsayımlarımızı bu postta tartışmak istiyoruz. Şimdiden iyi okumalar dileriz...
"Çoğu zaman ekonomik bir dev ama siyasi ve askeri bir cüce olarak görülen Avrupa Birliği özellikle Rusya-Ukrayna savaşının ardından stratejik özerkliğine daha fazla önem gösterecek gibi görünüyor."
Konu Avrupa Birliği olur da hiç derinleşme ve genişleme konuşmamak olur mu? Bilindiği üzere Avrupa Birliği bugüne kadar altı adet genişleme yaşadı. 2004 yılındaki Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri genişlemesinin akabinde 2007 ve 2013 genişlemelerinde sadece üç yeni ülkeyi içerisine katan AB’nin hazmetme kapasitesi hiç olmadığı kadar zorlanmış gibi gözüküyor. Bu durumda AB’nin önümüzdeki yıllarda genişlemeyi geri plana atıp -hatta belki bir daha hiç genişlemeyip- tamamen derinleşmeye odaklanması ne yazık ki muhtemel gözüküyor. Bu görüşü bizzat AB’nin en önemli güçlerinden biri olan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da defalarca vurguluyor. Esasında sadece vurgulamakla kalmıyor, bir de Avrupa Siyasi Topluluğu gibi projelerle pratikte de merkez ve çevre ülkeler ayrımı yaparak Avrupa Birliği’nin gelecekte yalnızca etki alanı bakımından genişlemesini sağlamaya çalışıyor.
Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin güvenliğinin tamamen ABD inisiyatifine bırakılması mümkün değil. Ayrıca AB şu anda her ne kadar Rusya’yla her türlü siyasi ve kültürel faaliyetlerini durdurmuş olsa da bunun sonsuza kadar böyle sürmesi mümkün değil. Çünkü Paris İklim Anlaşması, Yeşil Mutabakat gibi “yeşil” politikalarla temiz enerji kullanımını önceleyen AB hala daha Rusya’ya enerji bakımından bağımlılığını kırabilmiş değil. Bunu tamamen kırabilmesi de ayrıca mümkün değil. Çünkü karşılıklı bağımlılığın bu kadar yüksek olduğu günümüz liberal dünyasında dünyanın en büyük nüfuslarından ve nükleer gücünden birine sahip olan Rusya’yı yıllar boyunca kendisiyle baş başa bırakmak AB için irrasyonel olduğu kadar tehlikeli de. Evet, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi kesinlikle kabul edilemez bir agresyon ve uluslararası hukuka aykırı bir harekettir. Fakat gerek AB gerekse ABD’nin Ukrayna’ya verdiği desteğin ne kadarının gerçekten destek amaçlı ne kadarının Rusya’yı “güvenlikleştirmek” maksatlı olduğu tartışmalıdır
Çin’le Rekabet
AB’yi önümüzdeki yıllarda en çok zorlayacak konulardan birisi de elbette Çin’le rekabet olacak. Geçtiğimiz senelerde Çin’in Belt and Road projesinin karşısına Global Gateway ismini verdiği projesiyle çıkan AB, gerek ekonomik gerekse siyasi ve askeri olarak en büyük rakip olarak gördüğü Çin’in dünya çapındaki yatırımlarıyla modern bir İpek Yolu inşa etmesine engel olmaya çalışıyor. Fakat yine de AB’nin Çin’in yalnızca yarısı kadar bir bütçeyle (300 Milyar EUR) nasıl böylesine bir devle rekabet edebileceği merak konusu. Özellikle Afrika ülkelerine senelerdir gerekli kredilere açmakta ve bu ülkelerin gelişimine destek olmakta zorlanan AB’nin yeri son yıllarda Çin tarafından kolayca doldurulmuş gibi görünüyor. İşin bir de siyasi ve askeri boyutuna bakılacak olursa AB’nin Çin ile Rusya-Ukrayna savaşının çözümünde arabulucu olma konusunda da büyük bir rekabet içerisinde olduğu aşikâr. Bu konuyla ilgili eğer hala okumadıysanız “Rusya-Ukrayna Savaşının Birinci Yılı ve Çin’in 12 Noktası” adlı yazımızı okumanızı tavsiye ederiz.
Teknoloji ve Yeşil Dönüşüm
Avrupa Birliği’nin şu ana kadar yeşil dönüşüm bakımından projeleri, hedefleri ve tabi yaptıkları gerçekten takdire şayan. Yeşil Mutabakat kapsamında net sera gazı emisyonunu 2030’a kadar %55 azaltmayı, 2050 yılına kadar ise “karbonsuz Avrupa” hedefini gerçekleştirmek isteyen Avrupa Birliği, Paris İklim Anlaşması’ndan bugüne oldukça önemli bir yol kat etmiş görünüyor. Geçtiğimiz günlerde “Greensand Projesi” kapsamında yapılan bir çalışmada Brüksel ve Almanya’da gelişmiş teknolojilerle atmosferdeki tonlarca karbondioksit yakalanarak tanklara yüklendi ve gemilerle Kuzey Denizi’nin yerin 1800 metre altındaki rezervuarlara gömüldü. AB Komisyonu Başkanı Ursula von Der Leyen, bu şekilde 2030’a kadar her yıl 8 Megaton CO2’nin atmosferden temizlenmesinin planlandığını duyurdu. İşte bu ve bu gibi projeler Avrupa Birliği’nin çağdaşlarına göre yeşil dönüşüm bakımından ne kadar önde olduğunun en büyük göstergesi. Fakat öte yandan AB teknoloji bakımından ne yazık ki ABD ve Çin’in gerisinde kalmış durumda. Bu bakımdan gelecekte AB’nin kendi içerisinde bir “Silikon Vadisi” kurmak için çalışacağını tahmin etmek çok da zor olmaz.
Diğer Yazılar
08.01.25
Trump'tan "Donroe Doktrini" İlanı: "Grönland Bizim Toprağımız!"
Donald Trump, bugün Florida'daki malikanesi Mar-a-Lago'da yaptığı bir açıklamada Grönland'ın ABD topraklarına dahil edilmesi gerekliliğini bir kez daha vurguladı. Trump, bu talebinin özellikle "ulusal güvenlik ve bağımsızlık" amaçlarına hizmet edeceğini belirtti ve Grönland'ı ABD için "kritik bir bölge" olarak tanımladı.
29.12.24
ABD’nin Küresel Hegemonluğu Terk Ettiği Bir Dünyada Yeni Liberal Uluslararası Dünya Düzenini Neler Bekliyor?
2016 yılı ABD tarihi açısından önemli bir kırılma noktasıydı. Zira Donald Trump gibi nevi şahsına münhasır bir lider başkanlık koltuğuna oturmuştu. Mevcut konjonktürün aksine Trump artık Avrupa’nın abisi rolünü ABD’ye daha fazla oynatmak istemiyordu. Ekonomik olarak külfetli olduğu için ABD kendisini doğrudan ilgilendirmedikçe hiçbir soruna müdahil olmamalı ve kendi çıkarını öncelemeliydi.
22.11.24
Milliyetçilik, Millet ve Toplum Üzerine
Milliyetçilik kavramı, her ne kadar bugün kullandığımız modern anlamıyla tarih sahnesine Fransız İhtilali zamanı çıkmış olarak kabul edilse de aslında tarih boyunca hep olagelmiş bir mefhumdur. Bu kavramın ilk örneklerini insanlığın ilk kabilelerinde ve klanlarında görmek mümkündür.